Yılmaz Özdil’in Mehmed’ine Şerh Düşmek
İbrahim Hakkı Gündoğdu

Yılmaz Özdil’in Mehmed’ine Şerh Düşmek

Advert

 
Öncelikle şunu söyleyeyim ki, yine de bugünlerde okuduğum en değerli güncelerden biri…
Lakin, sanki biraz “Batılı bir anlayışla” kaleme alınmış ve gerçeği tam haykırmaktan kaçınmış.
Sanki bizim Mehmet her şeyini Batı’dan almış…
Çağdaş ifade ile, “bu kadar entelektüel bir hükümdar ancak Batılı olabilir” gibi bir tavır…

Ben, bu yazıya bir çıkış noktası olarak bakıp hak üzere yürümeğe çalışacağım…

Mehmet, diyerek başlaması… Belki samimiyettendir… ‘Kanka’ der gibi…
Ben, “Koca Fatih,” diyerek başlamak istiyorum…

Aslında problem ne biliyor musunuz:
Düne, oraya giderek bakmaya çalışmak değil, buradan şöyle bir göz ucuyla eğilerek bakmak…
Bir kere o yıllarda “Batı” yoktu…

Dünkü atalarımızın elinde kocaman kılıçlar vardı ya…
Sahne şu: Olsa olsa bugün bizdeki örneği IŞID gibi bir şey olabilir…
O zaman ya: vur abalıya, ya da bazı özellikleri varsa iğne ile kuyu kaz ve “Batı”ya benzetmek için uğraş dur…
Konumuz daha çok: İstanbul’un fethedildiği yıllar…
Bakın: O yıllarda Avrupa, ilim ve medeniyet olarak yok gibidir…
800’lü yıllardan 1500’lere kadar ilim, irfan ve medeniyet İslam dünyasının elindedir…
Bu dönemde: Birûnî, Harezmî, İbni Rüşt, Farabi, İbni Sina, Bettâni, İbnül Heysem, El Cabbar, İbni Haldun, Mevlana, Uluğ bey ve daha nice niceleri sadece İslam dünyasını değil tüm insanlığı kuşatmış, hem fethetmiş durumdadırlar…
Aristo ve Batlamyus… Tabii ki milattan öncesinin ilim tarihinde çok önemli yeri olan iki büyük âlimi…
Fakat bilinsin ki bu iki ünlü dehâyı hem tanımış hem de Avrupa’ya o yukarıda yazdığım İslam âlimleri tanıtmıştır…
Düşünün: Aristo Batılılar tarafından İbni Rüşt’e kadar bilinmiyordu. Onun tüm eserlerini okuyan onlara şerh düşen ve Avrupa dillerine çevrilmesine vesile olan İbni Rüşt’ür…
Batı’da, “Avrupa Rönesansını İbni Rüşt başlatmıştır” derler… Fakat maalesef bugünkü Müslümanlar İbni Rüşt’ü hiç tanımazlar bile…
19 yaşında iken 6 dil bilen o “Mehmet” sonunda bu bildiklerine kaç tane daha ekledi kim bilir.
Bu dilleri öğrenirken bilinmeli ki ilk öğrendikleri dünya literatürünü fethetmiş o İslam âlimleridir… 
O Fatih, İbni Rüşt’ü, Farabi’yi, İbni Sina’yı çok iyi bilmiş onlardan da Aristo’yu, Batlamyus’u öğrenmiştir… Açıkçası: Fatih İslam âlimlerini iyi bildiği için Aristo’yu öğrenip sevmiştir.  

İstanbul’a dünyanın en büyük Medresesini açan Fatih’ti. İlk büyük üniversitelerden biriydi o…
Ondan ilkleri: Nizamiye ve Endülüs medreseleri idi…
Her ilimin okutulduğu, tartışıldığı çok güzel üniversitelerdi onlar…
O yıllarda hemen her hükümdarın kütüphanesinde milyonlara yakın eser varken Avrupalı kralların bazılarının kütüphanesi bile yoktu…

Peki, sonra “ne oldu” deme hakkınız var tabii… Daha sonra tarumar oldular maalesef…
İlim taleptir. Talebe oradan gelir… Aşkla ve Hak’la talep edebilmek…
Bizim konumuz Fatih:
Şimdi bu Fatih çok büyük adam ya…
Dil onda: onlarca… Yöresel dilleri bile konuşuyor…
Hem ilim onda hem ilim adamlarına hürmette bir numara…
Din ilmi yanında, matematiğin her çeşidi, astronomi, fizik, kimya, tıp ve ve…
Hoşgörü onda: Yahudi ve Hıristiyanlarla da çok samimi diyaloglar da kuruyor…
Evet, cidden çok samimi diyaloglar…
Sanki demokrasi var: Müthiş halk adamı kendisi…
Adalet ve merhamette tavizsiz…
İlim adamı Ali Kuşçu’yu davet ediyor: “gelir misin,” “gelirim hünkarım,” diyor.
Büyük bir şölenle karşılıyor Ali Kuşçu’yu… Çok yüce değerler veriyor ona…
Of ooof… İkisinin de ömrü çok kısa… İstanbul’a gelişinden birkaç yıl sonra Ali Kuşçu ölüyor… 7 yıl sonra da Fatih tabii… Dedik ya: oof, ooof…

Şimdi:
Mekke’den Medine’ye hicret eden ve Medine’yi yurt yapan Hz. Muhammet, Yahudi ve Hıristiyanlarla çok samimi diyaloglar kurmuştur ve bu diyalogların hiçbirini Peygamberimiz bozmamıştır…
Hz. Ömer’in Kudüs ziyaretinde kilisedeki papazı ziyaret edip onunla sohbetleri de çok mühimdir..
Demek ki nedir: Koca Fatih bu örnekleri çok iyi görmüştür…
“İlim ve hikmet Müslümanın kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alsın…” hadisi Müslüman ilim adamları tarafından mükemmel anlaşılmış ve her biri ilmin dünya deryası olmuştur… Öyle çağlamışlardır ki nice bentleri yıkıp günümüze kadar gelmişlerdir…

Burada parantez içinde: Son 500 yılın âlim geçinenleri “biraz utansınlar” tabii…

Bu koca Fatih’i asıl yerine koyabilmek için tarihin iki vadisini çok iyi bilmek gerekir:
Biri Türk’ün yüce ve şerefli tarihidir…
Eğer, Oğuz Kağan’ı adam gibi okursanız Fatih’i onun ikizi gibi görürsünüz…
Eğer, Hz. Ömer’i, Hz. Ali’yi iyi incelerseniz o Fatih’i onların da ikizi olarak görürsünüz…
Tabii ki yobazlar bu cümlelerime ateş püsküreceklerdir…
Lakin biz çekinmeden Hakk’ı haykıralım da bu çapulcular ne kadar yavelerse yavelesin…

Demek istediğimiz şu ki:
Tam bir Türk ve Müslüman Hükümdar olan Koca Fatih’in geçmişte benzer örnekleri çok…
Yani Fatih, Avrupa’yı iyi inceledi diye büyük değildir… O gün “Avrupalı Büyük” yok denecek kadar azdır zaten… O günler öncesinde tüm büyük örnekler Türk -İslam dünyasındadır. Ve Fatih de onları örnek almasını iyi bilmiştir… Bu gözden kaçmamalıdır. 
Eğer Fatih öyle koca bir hükümdar olmasaydı muhteşem bir şair olarak anılacaktı. Belki çok önemli bir âlim olarak da Türk tarihine değerler katacaktı…

Ha, mesele şu:
Böyle büyük bir adam tam tamına ancak Türk olur.
Bal gibi olur, dedik ya al koy Oğuz Kağan’ın yanına, Bilge Kağan’ın yanına, Alparslan Gazi’nin yanına, hatta Attila’nın yanına evet her birinin ikizi gibi durur…
Yine her yaptığı ile: Hz. Ömer’in, Hz. Ali’nin ikizi gibi durur…
Belki, Hak yola düşmüşlüğü ile Yunus’un ikizi gibi olacaktı…
İnanıyorum ki yüreği de öyledir…
Yani: Fatih, evet Osmanlı İmparatorluğunun Hükümdarıdır…
İstanbul’u aldıktan sonra Bizans ve Roma tahtlarının da sahibidir…
Hem de arslanlar gibi o tahtlara oturmuş ve Hak üzere de temsil etmiştir.
O, ilme aşıktır ve “ilim nerede ise…” hadisi ışığında hareket etmiştir…
Aristo’yu ve Batlamyus’u sevmeyi kutsal bir görev bilmiş onları batıya kazandıran İbni Rüşt, Farabi gibi âlimlerimize büyük değerler vermiştir…
Evet, sanata aşıktır… Büyük adamdır çünkü: Peygamberimizin ve ona inananların sadece Kâbe’yi puttan temizlediklerini diğer hiçbir heykele dokunmadıklarını iyi bilmiş ve görmüştür…

Şöyle söyleyelim:
İslam’ın başladığı tarih: 610 dan ta Fatih’e kadar Ortadoğu tümüyle Müslümanların elinde bin yıllarca olmadı mı?. Mezopotamya, Mısır, Filistin, Afganistan, İran, Anadolu buralarda milyonlarca heykeller ve sanat eserleri bulunmuyor muydu?. Hiçbir İslam komutanı, hiçbir İslam alimi, hiçbir mezhep imamı bunlar hakkında hiçbir zaman “yıkın-kırın” diye fetva vermemiştir…
Hatta bugüne kadar bu alanlarda onlarca savaş yapıldığı halde bu sanat eserlerine dokunulmamıştır.
Yine de Batılılar çalıp-kırıp kaçırmışlardır…
Ne olduysa son 100 yıldır Müslümanlara bir şey oldu: Hz. Ali, Hz. Ömer, İmamı Azam gibi büyüklerimizden daha dindar kesilmeye başladılar…
1500 yıldır İslam beldesi olan yerlerdeki eserleri şimdi “put” deyip yıkar oldular… Bu 1500 yıl içinde belki binlerce âlim, imam, derviş, şeyh, sofu, komutan bu eserlerin yanından geçmiş onları görmüş, belki zevkle seyretmiş ama onlara zerrece dokunmamışlardır…
İşte, Koca Fatih de resme ve heykele bu yüce insanların bakışıyla baktığından Bellini’ye samimi bir Müslüman olarak rahatlıkla resmini yaptırmıştır…
Tüm iş bundan ibarettir…
Özdil kardeşin Mehmet’i anlatmak için onlarca “Batılı” terimi ardarda hiç de dizmesine gerek yoktu…
**
Yine de bu yazıyı yazmama sebep olan Özdil’e teşekkür ederim…
Bu konuda çok yazılacaklar var da, inanıyorum ki buradan bugünkü Müslümanların niçin zelil duruma düştüğü biraz olsun anlaşılabilecektir…       
 

 

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg