Horon, Kemençe ve Karadeniz Kültürü Görselleri Üzerine Eleştiriler -Sonuç-
Uğur Ulu

Horon, Kemençe ve Karadeniz Kültürü Görselleri Üzerine Eleştiriler -Sonuç-

Advert

Niyazi Tarakçıoğlu, o meşhur “Horonum” şiirine şu dizelerle başlar:

“Horon, bu tek kelime, neler ifade etmez,

Yüzlerce mısra yazsam onu tarife yetmez”

Yazılacak yüzlerce mısranın tarif edemeyeceği, ele avuca sığmayan, izleyenin gözlerini alamadığı, asırlar öncesinden bize kalan bir miras: horon. Bu miras taş duvar değil, bilmem kaçıncı yüzyıldan bugüne ayakta kalabilmiş bir yapı değil fakat onlardan çok daha eski izlerin, motiflerin bir bütünü. Ve işin güzel yanı hala yaşıyor, hala canlı. Belki de bu yüzden, “Kiminle dans ettiğinin farkında mısın ?” klişesi misali, ne ile nasıl dans ediyor olduğunun farkında değil birçok insan.

Ve elbette bu miras horon ile sınırlı değil; geleneksel müzik çalgılarımız, giyim kuşamımız, örf ve adetlerimiz, yöre ağzımız, oturmamız kalkmamız, yeme içme alışkanlıklarımız, kısacası folklorümüz… Şöyle bir düşününce; ne kadar zengin, ne kadar renkli ve kökleri tarihin en derinliklerinde…

Buna karşılık ise bu yazı dizisini hazırlamama sebep olan, sahip olduğumuz derinliği bulamadığımız bakış açılarıyla üretilen çeşitli eserlerin varlığı. İşte bu eserlerin varlığı çıkış noktamdı ve bu çıkış noktası artık bir sonuca vardı.

Varmış olduğum bu noktada, yol boyunca kendi içimde yapmış olduğum değerlendirmeleri ve çıkarmış olduğum bazı sonuçları sizlere sunacağım.

  • Sanatçılar halk kültürümüzü benimsemiyor ve çalışmalarında yeteri kadar gözlem yapmıyorlar.

Eserlerin geneline baktığımızda, eleştirilecek kısımların, sanatçıların yeteneklerinin kısıtlı olmasından değil, gözlemlerinin, ön çalışmalarının yetersiz kalmasından kaynaklandığını düşünmekteyim. Çünkü o kadar detayı eserlerine aktarıyorken, basit denilebilecek detaylar ile eserlerine gölge düşürmelerine başka bir açıklama bulamıyorum.

Bana göre bu durumun temelinde yatan etken ise sanatçılarımızın halk kültürümüzü benimsemeyişleridir. Bir yayla şenliğini görmeden, ezgilerin ahengine kendini bırakmadan bu olgular sanat ile ne kadar başarılı anlatılabilir?

Ismarlama duyguların eserlere yansıması elbette kaçınılmazdır.

  • Horonun konu olduğu eserlerde, horonu oynayan figürler halk değil, halk oyunları ekipleri oluyor.

Horonun konu olduğu eserlere baktığımızda hep bir ekip formu görmekteyiz. Hâlbuki horonumuz, halk oyunları ekiplerine değil halkın kendisine aittir. Ekip dediğimiz topluluk halkın yöresel danslarını alıp, sahne formatına ve bir kompozisyona tabi tutan bir gösteri grubudur. Haliyle gerek resimlerde, gerekse heykellerde horon oynayan kişilerin sadece ekip oyuncularından ibaret olması sığ bir bakış açısıdır. Bu durum sanatçıların gözlem yetersizliğinin, kendi kültürümüze yabancı oluşlarının da bir başka göstergesidir.

  • Kemençe dışındaki yöresel enstrümanlar eserlerde pek yer bulamıyor.

Eserlerde horona eşlik eden enstrüman genellikle kemençe olmakta. Tabi bunda kemençenin Karadeniz’in karakteristik yöresel enstrümanı olması önemli etken, fakat yöreden yöreye horonun ana enstrümanı değişmekte, yer yer davul zurna, yer yer ise kaval olmakta. Tabi bu ince detay eserlere pek yansımıyor.

  • Kadın figürüne yeteri kadar yer verilmiyor.

Değerlendirdiğim eserlere baktığımızda, kadın figürüne yeterince yer verilmediğini de görmekteyiz. Horoncular çoğunlukla erkeklerden ibaret olmuş ya da halk yaşantısını ve bu yaşantı içinde kadını anlatan eserler görünür konumlarda kendilerine yeteri kadar yer bulamamış.

  • Kamu kurumları sergiledikleri eserlerde sanat görüşünden uzak, detayları irdelemeyen, dostlar alışverişte görsün bakış açısına sahipler.

Kamu kurumları sergiledikleri eserlerde detaycı değiller. Bu eserlerin sergilenmesinde onay ya da kontrol merci ya yeterli bilgiye sahip değil ya da var olan hatalara rağmen sergilenmesinde bir engel görmeyecek kadar umursamaz.

Hatta kimilerinin bakış açısı sanattan ve sanat görüşünden o kadar uzak ki, düşünceleri sadece şöyle olsa gerek: “Kültürü anlatan bir eser var mı?  Var. Bitti. Gerisi önemsiz.”.

  • Kamu kurumları bu eserlere yeteri kadar sahip çıkmıyorlar.

Kimi kurumlar, kültürümüzü anlatan eserlere sahip çıkmayıp, onları kurum depolarında, gözden uzak yerlerde muhafaza, hatta belki de mahkûm etmekteler. Zaman içinde eserlerde meydana gelen eksiklikler giderilmediği gibi, hatalarıyla sergilenen eserler de herhangi bir müdahale olmadan geçmişten bugüne sergilenmeye devam etmekte.

Ne yazık ki, kamu kurumları futbola gösterdikleri ilgiyi, kültür ve sanata karşı göstermiyorlar.

  • Halkımız yüzeysel veya kusurlu eserleri benimseyebiliyor.

Sanat görüşünden uzak, detayları barındırmayan eserlerin halk tarafından benimsendiğini görmekteyim. Bence bu durumun temelinde, halkımızın halk kültürümüze olan yabancılığı ve yeteri kadar önem vermemesi var. Nedense duyarsızlar, kültürümüzün detaylarından haberleri yok veya haberdar oldukları detayların yokluğunu önemsiz buluyorlar.

  • Giyim kuşamda özensiz davranan halk oyunları ekipleri kötü örnek oluyorlar.

Halk kültürümüzü yaşatıp, gelecek kuşaklara aktarmakta sorumluluk sahibi olan halk oyunları ekiplerimiz zaman zaman ne yazık ki kötü örnek oluyorlar.

Temsil ve sunumlarda, kıyafetin özensiz giyilmesi, aksesuarların hatalı yerleştirilmesi kimi zaman bir heykelde, kimi zaman ise bir resimde karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu laçkalık ekibin oyuncuları vasıtasıyla kendilerinden sonra gelen oyunculara da aktarılıp, bir alışkanlık haline getiriliyor ve silsile uzayıp gidiyor. İşte burada halk oyunları eğitmenlerine önemli görev düşmekte, gösteri anında çekilen sıradan bir fotoğrafın, internet ortamında yayılması ile sanatçıların kaynak olarak kabul edebileceği bir fotoğrafa dönüşebileceğini akıllarının bir köşesinde bulundurmaları gerekmekte.

  • İşletme yöneticileri ucuza kaçıyor.

Yöresel yemek üzerine çalışan işletmelerin duvarlarında çeşitli rölyeflere muhakkak rastlıyoruz ve genelde kusur diyebileceğimiz eksiklikler bu rölyeflerde karşımıza çıkıyor. Duvarda bizi simgeleyen bir eser olsun ama nasıl olursa olsun, ha biraz da ucuz olsun düşüncesiyle yola çıkıldığı zaman bu eksikliklerin ortaya çıkması elbette doğal bir durum.

Aynı ucuz olsun bizim olsun bakış açısı yöresel hediyelik eşyalarımızda da mevcut. Ürün kalitesi, sanat görüşü bu eşyalarda da maalesef yok.

  • Hatalar sürekli tekrarlanıyor.

Yeterli gözlem yapmadıklarından dert yandığımız sanatçılarımız anlaşılan kendi aralarında da bu konuları kritik etmiyorlar, çünkü bir eserde gördüğümüz hata defalarca başka eserlerde de tekrarlanıyor.

Köşe yazılarımı hazırlarken en fazla tekrarlandığına şahit olduğum hataları şöyle sıralayabilirim:

  • Erkek kıyafetindeki başlıkların detayları
  • Kemençecilerin yay tutuşları
  • Köstekli saat zincirinin konumlandırılması
  • Erkek kıyafetindeki sutaşı detaylarının eserlerde yer bulamaması
  • Erkek yeleklerinde düğmelerin kemerden sonra eserde yer bulamaması

 

  • Yaşadığım şehirde örnek eser bulmakta zorlanıyorum.

Nihayetinde, Karadeniz kültürünün ve geçmişten bugüne bölgenin merkezi olan, her alanda sanatçılar yetiştiren Trabzon’da “kusursuz eser” yok denecek kadar az.

Elbette örnek olarak gösterilebilecek eserler yaşadığım şehir Trabzon’da mevcut fakat sayıları diğer eserlerden çok çok daha az ve nedense diğer eserler çok daha geniş sergi alanları bulmakta, göz önünde olmakta. Şahsen bu durumu Trabzon’a yakıştıramıyorum.

Yazdığım yazılardan çıkardığım sonuçlar ana başlıklarıyla böyleydi. Bunlara ilave olarak sonuç yazımı bir anket ile tamamlamak istedim ve kişisel Instagram profilimde arkadaşlarıma bazı sorular sordum.

Arkadaşlarıma sorduğum sorular ve aldığım yanıt oranları şöyle:

  1. Yaşadığınız şehirde halk kültürümüzü yansıtan eserler dikkatinizi çekiyor mu?

Evet: %65, Hayır: %35

  1. Söz konusu bu eserleri başarılı buluyor musunuz?

Evet: %41, Hayır: %59

  1. Yöresel kültürü yansıtan eserlerde detayların eksikliğini önemsiyor musunuz?

Evet: %84, Hayır: %16

  1. Kusurlu eserlerin sergilenmesinde, eser sahiplerini mi yoksa yetkili kişileri mi özensiz buluyorsunuz?

Eser Sahipleri: %24, Yetkili Kişiler: %76

  1. Gittiğiniz restoran, kafe vb. yerlerde halk kültürümüzden görselleri görmekten memnun musunuz?

Evet: %93, Hayır: %7

  1. Piyasada satılan yöresel hediyelik eşyaları yeterli buluyor musunuz?

Evet: %20, Hayır: %80

  1. Halkımızın, kendi kültürünü yansıtan eserlere sahip çıktığını düşünüyor musunuz?

Evet: %10, Hayır: %90

  1. Yazdığım yazıları objektif buldunuz mu?

Evet: %94, Hayır: %6

Anket sonuçlarını değerlendirirken bazı etkenleri de göz önüne almakta fayda var. Sonuçta bu anketi kendi arkadaş çevremle sınırlı tutmuş oldum, Instagram ise anket uygulamasında üçüncü seçeneği sunmayıp ankete katılanlara iki ihtimal bırakmakta. Ayrıca,  yanlış seçeneği işaretleyenler ve eğlence olsun diye trole gelen arkadaşlarım da olmuştur muhakkak.

Hazırladığım ankete yaklaşık 200 arkadaşım katıldı, sonuçlar beklediğim gibi çıktı diyebilirim. Genel olarak yanıtlar arasında net bir fark olduğunu, sadece ikinci soruda oranların birbirine yakın olduğunu görmekteyiz. Haliyle kendi şartları içerisinde, ankete yanılma payını da dahil etsek ikinci soru haricinde sonuca etki edecek kadar bir sapma olmayacaktır.

Ankete katılan arkadaşlarımın çoğunluğu yaşadıkları şehirlerde halk kültürümüzü yansıtan eserlerin farkında ve bu eserleri başarılı bulmayanlar daha çoğunlukta olsa da başarılı bulanlar da bir hayli fazla. Önemli bir çoğunluk eserlerdeki eksiklikleri önemsiyor ve bu eksikliklere rağmen eserlerin sergilenmesinde sanatçılardan çok yetkili kişileri sorumlu tutuyor. Büyük çoğunluk, gittikleri restoran, kafe türü işletmelerde yöresel kültürü yansıtan görselleri görmekten memnunken, yine büyük bir çoğunluk piyasada satılan hediyelik eşyalardan şikayetçi. Tüm bunlarla beraber, ankete katılan arkadaşlarım, halkımızın kendi kültürünü yansıtan eserlere yeteri kadar sahip çıkmadığını da düşünmekte.

Eğer ben de bu anketi oylamış olsaydım, sonuçta çıkan seçenekleri işaretlemiş olurdum. Tek fark kusurlu eserlerin sergilenmesinde, öncelikli olarak, eser sahiplerini özensiz bulduğum olurdu, çünkü bu eserleri sergileyecek yetkili kişiler yeteri kadar bilgiye sahip olmayabilirler, fakat imzasını taşıyacak eseri ortaya koyan sanatçı her anlamda bu eseri değerlendirmeli, araştırmasını yapmalı ve ona göre bir çalışma ortaya çıkarmalı.

Son olarak ise, yazılarımı okuyan arkadaşlarımın düşüncelerini öğrenmek adına, yazdığım yazıları objektif bulup bulmadıklarını sordum. Ankette en yüksek sonucu veren soru bu oldu ve bu sonuç benim adıma sevindiriciydi.

Yazı dizimi tamamlarken, bana bu imkânı sunan Karadeniz Manşet’e ve sitemizin imtiyaz sahibi değerli gazeteci ağabeyim Bülent Şirin’e, bundan birkaç yıl önce, sanal ortamda yazılarımı paylaşarak beni bu konuda cesaretlendiren Joganita sitesine ve sitenin kurucularından sevgili Cihan Arslan ağabeyime ve Trabzon’da yaptığı halk oyunları çalışmalarıyla binlerce öğrencisini halk kültürümüzle tanıştıran ve beni bu alanda yetiştiren, kültürümüzün büyük emekçisi, kıymetli hocam Prof. Dr. Orhan Durgun’a teşekkürlerimi sunuyorum.

Yazılarımın yayımlandığı ilk günden beri yüksek ilgiyle takip eden, eleştiri ve önerileriyle katkı sunan aile büyüklerime, kıymetli arkadaşlarıma ve sitemizin değerli takipçilerine de en kalbi duygularımla teşekkür ederim.

Bu köşeyi hazırlayarak, bir halk oyuncunun gözünden bu eserlerin nasıl göründüğünü sizlere aktarmak ve bu konular üzerinde çalışmalar yapan sanatçılarımızın dikkatini çekmek istedim. Elbette benim yaptığım bu çalışma, sanatçılarımızın yaptıkları kadar zor değildi. Eğer sürçülisan ettiysem affola.

Yolun, araçların olmadığı günlerde, sırtından yükünü eksik etmeden zirvelere ulaşarak bu dağlarda horonla göğe selam duranlara, alnında ter, elinde orakla tarlalarda günlerini bitirenlere, yayların o güneşi altında yanakları kızaranlara, derelerin balıklarına arkadaşlık edenlere, şahit olamadığımız zamanlardan, bugünlere geleneği aktaranlara selam olsun!

Bir kez daha selam olsun bu kültür benimdir diyenlere…

Saygılarımla.

 

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg