Dilâ öğretmenin ilk günü
İrfan Elbir

Dilâ öğretmenin ilk günü

Advert

Tesadüf mü idi, yoksa tevafuk mu olmuştu hiç biri anlamadı. Öğretmen olarak atamasının yapıldığı gün, babası da emekli dilekçesini vermişti. “Madem devletimiz babadır,  baba ile bağ kesilmez” dedi içinden gülerek.

Hiç hesabında yoktu öğretmen olarak atanmak. Başka hedeflere kilitlenmişti. O bile anlamadı niye böyle bir karar verdiğini. İlk defa görev yeri belirlendiğinde yüzlerde beliren müthiş sevinç, kısa bir süre sonra da hüzünlü bir bekleyişe dönüşecekti. Beklentilerle, gerçekler arasındaki farkı, belli ki, fazla hesap etmemişti. Onu bekleyen yeni bir süreci, zorlukları, yalnızlıkları bu sefer sindire sindire düşünmeye başlamıştı. Etrafındakilere fazla hissettirmese de, içinden yaşadığı müthiş bir muhasebe onu, –ticari bir deyimle- müthiş bir kat-i mizan tablosunu çıkarmaya zorluyordu. Kâr zarar tablosu bazen borç, bazen alacak fazlası veriyordu. Kararsız haller alıp başını gitmişti. Gözlerindeki nem, her gün biraz daha fazla yığılmaya başlamıştı. Bir ayrılışın ilk ayak izleri vardı sanki yüreğinde. Öyle derlerdi eskiler. “Kız kısmının ayağı bir kere dışarı çıkmasın, bir daha kolay kolay geri gelmez” derlerdi. Bu da ayrı bir yürek yangını olmuştu onun için.

Bu duygu yoğunluğuyla, göreve başlamak için yola çıktılar babası ile.. Seyahat süresince konuşacak fazla bir mevzu bulamadılar. Okulu görmek ve ilk intibalarının nasıl olacağının merakına kilitlenmişlerdi. Asfalt yollar bitip, kargasekmez virajlı ve rampalı yollar başladığında yüzünün rengi de değişiyordu Dilâ öğretmenin. Sıcacık evler, tertemiz elbiseler, şahsına ait çalışma odası ve konforlu sayılabilecek bir evden, ucu belirsiz bir mekâna doğru yola çıkmak onun kimyasını bozmaya yetecek miydi acaba?

Köyü, okulu, öğretmen ortamını sevmiş, babası ile kalacak evi de belirlemişlerdi. İçindeki kasvetli havayı tam olarak atamasa bile, mutlu olmanın yollarını zorlamaya başlamıştı. İlk defa başka bir köyde, başka bir evde kalacaklardı. Sobayı babası yaktı öncelikle. Hem yaktı hem de konuştu, kızım sana diyorum dercesine.

“Önce sobanın külünün olup olmadığına bakmak gerekir. Sonra da kapağını açıp, ince çalılar dizmek lazım üst üste. Çıra veya başka bir şeyle tutuşturulduktan ve biraz yandıktan sonra, üzerine kalın odunları koymak lazım. Eğer çok gerekli ise daha sonra kömür de ilave edilebilir.”

Dila öğretmen mesajı almış olmakla beraber, duymazlıktan geldi. Babası devam etti.

“Yarın sobayı sen yakacaksın, neticeyi bir görmem lazım” dedi, şaka edercesine.

“Olur, yakarım, alışırım artık…” cevabı babayı hüzünlü bir gülümsemeye sevketti.

Sabah olmuş, Dilâ öğretmen giyinmiş, ilk gün okula gitmek için evden dışarı çıkıyordu. Babası, onu yıllar önce ilkokula kaydolmaya götürürken yaptığı gibi ellerini iki avucuna aldı ve bütün masumiyetiyle uzun uzun öptü. Sonra onu kucakladı, başarılar diledi. Ardından pencereye koştu, onun gidişini seyretmek için. Okul yolu boyunca baktı ardından, ta ki gözden kayboluncaya kadar. Sonra kendi öğrencilik ve okul yılları geçti gözlerinin önünden. Siyah önlükler, elde dokuma yakalıklar, annesinin bez kumaştan dikmiş olduğu okul çantası, sarı renkli matematik defteri, düz çizgili Türkçe defteri, resim defteri ve diğer kitaplar.. Evden okula gitmek için evden ayrılış, yağmurlu havalarda ıslanmak, ırmaklardan geçerken kara lastiklerin içine su dolması, okula geç kalmamak için bazen koşmalar, belden aşağı çamura bulanmak, okulda soba yakmalar, yanan sobadan sadece ellerin ısınması, dönüş yolundaki çamurlu yollar, eve yorgun ve bitkin gelmeler… Yarın sabah yine kaldığı yerden devam eden çileli okul yılları…

Bir de şimdiki zamanı düşündü kendi kendine… Montlar, çantalar, yağmurluklar, sıcacık evler, kaloriferli okullar, akıllı tahtalar, istenildiği kadar çeşit çeşit kâğıtlar, istenildiği kadar renkli kalemler, öğrenci taşıma servisleri, yemek servisleri, hizmetlilerin okulu temizlemesi, internet denen küçük dünyanın avucumuzun için kadar girmesi, bilgisayarlar, televizyonlar, daha neler neler…

Hep mi pencerenin önünde durdu, hep mi bunları hayal etti, yoksa başka şeylerle mi zaman geçirdi, bilemedi... Vakit dolmuş kızının gelmesini bekliyordu. Evi kendince temizlemiş, kızına; “annenin benim için; çok beceriksiz, elinden hiçbir şey gelmiyor dediği baban, bak neler yapmış?” dercesine hazırlamıştı evi.

Dilâ öğretmen kapıdan içeri girer girmez;

“Baba, hani sobayı ben yakacaktım, ev sımsıcak, yine mi sen yaktın?” dedi.

“Bugünün yarını var kızım, o zaman, yarın sen yakarsın artık” dedi babası.

Hem yarın, hem sonraki gün, belki de diğer günler hep babası yakacaktı sobayı.. Belki de kızının soba yakma alışkanlığını bilerek öteliyordu. Zoru ve zorluğu görmesini uzatıyordu güya kendince. Nasıl olsa bir gün yakacak diyerek avunuyordu. Yemek için getirmiş oldukları, elde avuçta, hazırlanmış ne varsa beraberce atıştırdılar, ardından da demledikleri çayı içtiler babası ile… Zaten uzaktan gelmişlerdi. Oda sıcaklığı onları mahmurlaştırmış, ikisi de oturdukları yerde sayıklamaya başlamıştı. Dila öğretmen sessizliği bozdu;

“Baba, şu çek-yatları açalım artık, uykumuz geldi, yarın dönüş yolunda olacağız.” dedi.

Olsun yavaş yavaş gideriz” dedi babası.

Dila öğretmen yorganı başına çekti, boğuk bir sesle;

“Hızlı gidelim baba, çünkü annemin çorbasını çok özledim” dedi.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg