Aslında neyi özlüyoruz?
İrfan Elbir

Aslında neyi özlüyoruz?

Advert

Televizyonda haberleri izliyorum, hiç görmediğimiz, belki de hiç uğramayacağımız tatil beldelerinden haberler veriyor, plajların temizliğinden, şezlongların deterjanla yıkandığından görüntülerle adeta cazibe merkezi olarak anlatıyorlar.

Gazeteler, çarşaf çarşaf, hiç duymadığımız otellerin, havuzların güzel görüntüleri ve turizm sezonu için çılgın fiyat indirimlerinden ilânlar veriyor.

Twitter, Facebook, İnstagram v.s. hiç bilmediğimiz, hiç görmediğimiz denize nazır yerlerden, ne varsa hepsi için tatil ve eğlence üzerine, güzellemeler ve cazip tanıtım videoları yayınlıyor.

Tatil, eğlence ve dinlenmenin, bir emek karşılığı çalışan her insanın hakkı olduğunu düşünüyorum. İmkânı ve fırsatı olanların da bu güzelliklerden nasiplenmesinde fayda görüyorum. Hatta bu seyahatleri ucuza getirip, çok daha cüzî paralarla tatil yapma becerisini gösterenleri de ayrıca tebrik etmek istiyorum.

Ama lütfen beni bağışlayın, bu çeşit tatil ve dinlenme kültürünü benimsemeyi de içime bir türlü sindiremiyorum. Bu düşünceme haklı gerekçelerle itiraz edenler olabilir, saygı duyarım. Ancak, kalbimdeki hakikati de anlatmak istiyorum.

Ben, bir eşyanın, bir metanın ve yaşanılan hayatın ruhuna bakmayı daha çok seviyorum ve daha anlamlı buluyorum. Bahsetmeye çalıştığım bu tatil anlayışında ve bu dinlenme alışkanlığında bile ruhumuzu kaybettiğimizi, hakikatimize aykırı ve yanlış mecralarda arandığımızı düşünüyor ve öyle görüyorum.

Hâlbuki hepimizin görme imkânı olduğu; neresi olduğunu, yollarını, mevkilerini, seyranlığının muhteşemliğini bildiğimiz yaylalarımız, toplandığımız, eğlendiğimiz yerlerimiz var bizim. Bize huzur veren, bizi dostlarla buluşturan, hep beraber gülümsediğimiz yerlerimiz. Tatil için o kadar masraflara, o uzun yolculuklara gerek kalmadan günübirlik gidip-geleceğimiz kadim obalar, yanık türkülerin söylendiği yayla yollarımız vardı bizim.

Aynı köy sınırları içinde olmasına rağmen, bize sanki uzak bir yere gidiyormuşuz hissini veren Mezarlık Kıranı’na gitmek, şehre, çarşıya gitmek gibi gelirdi bize bir zamanlar. Okul, cami, sağlık evi, köy bakkalı ve kahvehaneler oradaydı çünkü. Araba yolu oraya kadar gelir, ondan sonra herkes sırtındaki camadan ve elindeki erzak filesi ile evine giderdi. Düğünler, merasimler ve eğlenceler hep orada düzenlenirdi. Tatil yeri gibiydi.

Bir Aboson Boğazı’mız vardı, tam dört yol ağzında. Açık adres yeri gibiydi. Herkes orayı tarif eder, günün belli saatinde orada toplanır, gidilecek olan yer neresi ise, ister yayla olsun, ister düğün olsun, ister Karabdal şenliği olsun, isterse imece olsun oradan gidilirdi. Buluşma veya toplanma yeri gibiydi.

Bir Amin Düzü’müz vardı bizim, kuraklığın fazla olduğu ve mahsul yetişmediği zamanlarda ahalinin toplandığı ve yağmur duasına çıktığı yer. Daha sonra orası okul gezilerinin yapıldığı bir piknik olarak tanınacaktı. Büyük küçük herkesin gittiği, bildiği bir eğlence yeriydi.

Mesela Molloğun Kıranı vardı;  herkesin hayatında yeri olan,  cami, mektep ve medresenin bir arada bulunduğu... Tatil günlerinde, ilk elifba ile mektebe gittiğimiz ve ders aralarında oyun oynamayı ihmal etmediğimiz cami avlumuz vardı. Bizim için, hem eğitim hem de oyun yeri gibiydi. Herkes bilir, herkes tanır o yerleri.

Sakar Kıranı’nı ve Uzun Meydan’ı hatırlıyorum bir yerlerden. Kâh yayla gidişi, bazen yayla dönüşü konaklama yeriydi oralar. At kişnemelerinin dört bir tarafa yayıldığı, en iddialı cirit oyunlarının oynandığı yerler, denizi olan hangi tatil beldesine denk düşerdi acaba? Nerede bir düzlük, nerede bir açık alan varsa tatil yöresi gibiydi. Herkes bilir, herkesin yolu düşerdi oralara…

Mesela, Loru Kayası nereden icap ettiyse takıldı aklıma. Kaç kişi bilir, kimler hatırlar kestiremiyorum? O üstten aşağı bakmak için nefes kesen, baş döndürücü yüksek kayanın, sadece bir kayalıktan ibaret olduğunu zannedenler müthiş yanılıyorlardır. Orası bir tarih sahnesidir, orası yaylalara yolu düşenlerin hatıralar yumağı gibidir.. Bir gezi ve tatil gibi, göçü ve kervanı ile, köylerden yaylalara gidenlerin, Kayadibi’nden, Kayabaşı’na kadar kıvrıla kıvrıla giden yolda kaç kere dinlenme molası verildiğini hangi kitap kayda geçmiştir bilen var mı acaba? O eziyetin, o yorgunluğun, o meşakkatin göç sahiplerinin nezdinde bir tatil seyahati anlamı taşıdığını kimler hissetmiştir bu güne kadar?  Onlar mutluydular ve hiç kimse halinden şikâyetçi değildi. Sırf muhabbet olsun diye, bazen yolda gece konaklanır, yarın aynı heyecanla yola revan olunurdu. Çünkü böyle durumlar, yılda bir kez yaşanırdı ve tekrarı olmazdı. Yorgunluk mutluluk demekti ve maksat hayatın hamallığına, yorgunluğuna üzülmek değil, hayatın tadına varmaktı.

Yayla düğünlerimiz olurdu bizim, lüks düğün salonu, dansı, dekolte kıyafeti, balosu olmayan.. Sadece kemençe eşliğinde, yaşlı-genç herkesin kol kola horon oynadığı, herkesin bir arada eğlendiği ve mahalli kıyafetler eşliğinde halay çekip, at sırtında gelin güveyi olan düğünlerimiz olurdu. Herkes duyar, herkes bilir, herkes tanırdı o insanları ve o yerleri…

Asıl adından söz ettiren Sis Dağı, Kadırga, Acısu, Erikbeli, Kazıkbeli ve daha nicelerini yazmadım bile.

Şu Batı Medeniyeti dedikleri şeyin, modernite, konforizm ve tüketim kültürü olarak ruhumuza üflediği ve içimize zerkettiği bu maddeci hayat ve eğlence tarzını -sizi bilmem ama- içime sindiremedim bir türlü…

Mesele yaşlanmak değil, mesele büyürken unuttuklarımızdır” derdi rahmetli dedem. Varsın sahil plajları, Türkçe levhası olmayan beş yıldızlı oteller zinciri onları sevenlerin olsun, bana Eğrek Kayası’nın hemen yanında bir paska verin yeter…

Bana bu toprakların ruhunu verin…

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg