Bir dostun ardından...

Onu ilk önce 1990’lı yıllarda tanıdım. Muhsin Yazıcıoğlu partiden ayrılmış, yeni bir hareket başlatmak için memleketi dolaşıyordu. Belediye Toplantı Salonunda müthiş bir kalabalık vardı. Bu duruma sevinenler ile bu duruma itiraz edenlerin tartışmaları salondaki heyecanı artırıyordu. Kara yağız bir adam dikkat çekici bakışlarla etrafını süzerken, yüksek bir sesle “bırakın tartışmayı, biz aynı tavanın balığıyız, burada tartışmak hoş değil, düzelir her şey” diyerek, farklı bir duruş gösteriyordu.

Bir dostun ardından...
Bir dostun ardından... Yonetici
Advert

Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulunun yanından yukarı çıkarken, hanım omzumu tuttu. Az sonra olacaklardan haberi varmış gibi “Az dur, yavaşla, dizlerim tutmuyor” dedi.

Ne oldu ise, benim de dizlerim tutmaz olmuştu. Kenara çekildik, okulu çeviren duvara yaslandık, bir miktar derin nefes alarak dinlendik. İkimiz de aynı şeyi duymaktan endişe ediyorduk. Az yukarıdaki evinin önüne çıktığımızda, kızları ve oğlu evin bahçesindeki çardakta ağlamaklı bir şekilde oturuyorlardı. Başları önlerine eğik, ellerinde telefon, gelecek haberin iyi olmasını diliyorlardı. Biz de oturduk, güzel şeylerden bahsederek yürekleri yumuşatmak, kasvetli duruşları biraz rahatlatmak istedik. Nefesler, soluklar kesilmiş gibiydi. Çok geçmedi Murathan’ın telefonu çaldı…

Çalmaz olaydı…

Kıyamet koptu, dünyalar yıkıldı, feryad-ı figanlar mahalleyi ayağa kaldırdı…

Tam o anda gökten bir sağanak yağmur boşandı.

Onu ilk önce 1990’lı yıllarda tanıdım. Muhsin Yazıcıoğlu partiden ayrılmış, yeni bir hareket başlatmak için memleketi dolaşıyordu. Belediye Toplantı Salonunda müthiş bir kalabalık vardı. Bu duruma sevinenler ile bu duruma itiraz edenlerin tartışmaları salondaki heyecanı artırıyordu. Kara yağız bir adam dikkat çekici bakışlarla etrafını süzerken, yüksek bir sesle “bırakın tartışmayı, biz aynı tavanın balığıyız, burada tartışmak hoş değil, düzelir her şey” diyerek, farklı bir duruş gösteriyordu. Bu uzlaşmacı insanı takibe almıştım. Zamanla arkadaşlık, dostluk kurduk. Uzun yıllar böyle devam etti. Her görüşmemizde bu toparlayıcı özelliğini fark ettiğim için sevmiştim onu.

Zamanla ailelerimiz dost oldu. Gün geldi, hısım olduk, oğlu damadım oldu. Artık bir aile gibiydik.

Bir araya geldiğimizde, içten, samimi sohbetlerimiz olurdu. Çocukları hayata bağladıktan sonra neler yapacağımızı planlıyorduk. Daha çok, o anlatır ben dinlerdim. Son beşiklerimiz olan kızlarımız, tekne kazıntılarımız eş zamanlı olarak okulu bitirmiş, öğretmen olmuşlardı. Mezuniyetlerini daha yeni yapmıştık.

Sen Dilara’nın, ben Ayşenur’un inşallah öğretmenliğini gördükten sonra, beraberce emekli dilekçesi verip, şöyle Samsun’dan başlamak üzere bir yurt gezisine çıkacağız seninle.” diyordu. “Benim tanıdığım çok kişi var memleketin her köşesinde. Falanca belediye başkanı benim arkadaşım, fişmanca daire başkanı benim öğrencim, oradaki otel müdürü benim dostum” diyerek dolaşacağımız yerlerde nasıl rahat edeceğimizi bile planlayarak anlatıyordu.

Seveni, tanıdığı çok fazla olan bir insandı.

Kovid salgını münasebeti ile uzun süre görüşemedik. Telefonla haberleşiyor dertleşiyorduk. Hafta sonları köylerimize gidiyorduk. Ben İzmiş Tepesinden zaman zaman çocukluk yıllarımı özetleyen yazılar, anlamsız şiirler yazıyordum sosyal medya hesabımda. Bir seferinde ; “hanım ben önden gideyim, sen arkadan gel” temalı, biraz da ironik bir yazı yazmıştım. Bu yazı onu nasıl etkilemişse, anında beni telefonla arayarak, biraz da hisli ve titrek bir sesle “İrfan, ben de aynen senin gibi düşünüyorum, ben hanımdan sonraya kalırsam benim derdimi kimse çekmez,  ben de hanımdan önce göçmek isterim, içimdekileri yazmışsın” dedi.

“Ellerim kırılaydı, dilim lal olaydı da onları yazmasaydım be hocam. Sen niye üzerine alındın ki, onları ben kendi adıma yazmıştım..” demek için bugünü beklemek gerekiyordu demek ki…  Çok korktuğumuz ve sakındığımız Kovid 19 salgını onu da en zayıf yerinden yakalamış ve kaçınılmaz sona hızlı bir şekilde sürükleyerek bizden ayırmıştı. Refik Hotaman hocam, yine bizden daha çabuk davrandı, dediğini yaptı.

İnsanın yaşı ilerledikçe, hayat daha bir elle tutulur oluyor sevgili dostlar. Su gibi akıp giden yıllar, sicim gibi kayıyor elimizden.. Bakıyorum şöyle gerilere kimler geldi, kimler geçti diye… Çekip topluyorum o yılları avucumun içine, seyrediyorum onları hüzünle ve düşünüyorum…

Değer miydi acaba, farklı kimliklerden, farklı düşüncelerden, farklı hayat tarzlarından uzaklaştığımız dostluklarımızı böyle cömertçe feda etmeye?

Bugün Refik Hotaman hocama veda ederken, bu son derece kişisel görünen ama bende müthiş bir etki bırakan, bu yalnızlık duygusunu ve hüznünü yazmak geldi içimden.

Çünkü evine destursuz gireceğimiz, habersizce kapısının ziline basacağımız insan sayısı azalıyor git gide.

Yalnızlaşıyoruz.

Güle güle git hocam.

O son günde ardında bıraktığın gözü yaşlı sevenlerinin hüznünü bir görmeliydin. O acılı aile efradının, çocuklarının vakarlı duruşunu bir görmeliydin. O kalabalıkların sana son bir kez bakmak için tırnaklarının üzerinde kaşlara tepelere tırmanmalarını bir görmeliydin. Hoca efendinin “hakkınızı helal ettiniz mi?” sorusuna, oradakilerin başlarını öne eğerek ve biraz da hıçkırıklarını gizleyerek “helal olsun” deyişlerini bir görmeliydin.

Güle güle git.

Sensiz Zanene öksüz.

Sensiz Trabzon yetim.

 

İrfan Elbir Refik Hotaman Bir dostun ardından Covid-19
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg