Dede Bizi Affetme

Dede, sana Yüzbaşı diyorlar. Yani, bu köylü seni aklı başında biri olarak kabul eder. Kavgalı ve dargınları barıştırmada seni ‘cemaat adamı’ görürler. Nasıl olur da şu güzelim sahillerde bir yer tutmayıp, bu dağ başlarına, bu yaylalara gelirsin? Aha Ağustos ayındayız hala güneş yok, yağmur ve çiseden başka bir şey görmedik.

Dede Bizi Affetme
Dede Bizi Affetme Yonetici
Advert


Daha henüz “Anneler Günü” kutlanmıyorken ve zifinler tam da bu zamanda sararıp soluyorken, bu meranın başından bakardık Beşikdüzü’ne.

Acaba nasıldı oralar şimdi, şehir denen ve bizde bir büyük merak uyandıran yer güzel miydi acaba merak ederdik? Bakkaldan alınan üzüm, fırındaki sıcak ekmek nasıl yenirdi şimdi? Asfalt, dedikleri neydi? Arabalar varmış, renkli renkli.. Onlara binmek ve onlarla yola gitmek ne güzel olurdu.. Çok katlı betonarme evler varmış? Birkaç tane de odası varmış. Gece oldu mu elektrik denen şey ortalığı ışıtırmış..Kitaplar güzel okunur, defterlere güzel yazılırmış…
Akşamüstü uzaklardan bakınca, sahilden geçen arabaların farlarını ve balıkçı teknelerinin küçük ışık süzmelerini seyredip, aklımızdan hep bunları geçirirdik.

Deniz ve denizin dalgası yakından nasıl görünürdü acep? Denizin bir sonu var mıydı ki? Hep düşünürdüm, denizin ucu nerde biter diye? Yüksek bir şelale var da, oradan aşağı dökülüyor zannederdim...

Ben böyle düşünürken, çoktan inekler kendiliğinden ahıra girmiş olurdu..

Bu özlem ve hasretle çoğu zaman dedeme sitemler ederdik:

Dede, sana Yüzbaşı diyorlar. Yani, bu köylü seni aklı başında biri olarak kabul eder. Kavgalı ve dargınları barıştırmada seni ‘cemaat adamı’ görürler. Nasıl olur da şu güzelim sahillerde bir yer tutmayıp, bu dağ başlarına, bu yaylalara gelirsin? Aha Ağustos ayındayız hala güneş yok, yağmur ve çiseden başka bir şey görmedik. Ayağımıza kara lastikten başka bir şey giymedik. Hiç yeni bir elbisemiz olmadı. Dünyadan haberimiz yok. Bak top oynamaya bile düz bir yer bulmak için, nerelere çıkıyoruz. Bu nasıl akıllılık, bu nasıl ileri görüşlülük.. Bırak dede ya, hayatın olduğu yer sahillermiş, bak gidip-gelenler neler anlatıyor neler? Senede bir, bilemedin iki kere karpuz veya üzün yeriz, o da “Karabdal” şenliği kurulanda… Ne gördük, ne bulduk buralarda pek anlamadık dede.. Anlat hele, anlat da dinleyelim…” der başının etini yerdik.

Dedem dinler, dinler, “Ne yapsam ne desem anlamayacaksınız” gibi başını bir o yana, bir bu yana çevirir ve biraz da gönül koyarak şöyle derdi:

“Yok oğul yok, size bunu izah etmem artık çok zor. Eğer bugüne kadar anlatamamışsam bundan sonra da hiçbir faydası yok. Şimdi ben sana, o hayal kurduğun sahillerde, sıtmadan, salgın hastalıktan ve susuzluktan insanların öldüğünü söylesem nasıl inanacaksın? Sıcaktan kavrulan toprakların, kuraklıktan yandığını ve bir damla suya hasret kaldığını söylesem; insanların bir gölge bulmak için dalı budağı olan ağacı aradığını anlatsam ne faydası var.. Hayvanlara ot bulamadıklarını, süt ve yoğurda hasret kaldıklarını ifade etsem duyacak mısın?

Anlaşıldı oğul, sizin de bu topraklarda gözünüz yok. Ağabeylerin memur oldu gitti, kızlar evlenir ayrılır, siz de onların ardından gidersiniz artık. Belli ki bu topraklar hem öksüz, hem yetim kalacak.. Çok isterdim, şu kapıyı, bacayı bir elden geçirsek, yıkılmayacak kadar ayakta tutsak diye. Ama görünen o ki, ona da lüzum kalmayacak artık…”

Aradan uzun yıllar geçti.

Bugün boynumuz bükük, mahcubiyetle seni hatırladık dede.
Pişmanız…

İsterdim, kalksan gelsen ve buralardaki evimizi bahçemizi bir görsen.. Bize sitem etsen, “Ben size demiyor muydum?” desen.. Sen çok haklıymışsın dede, biz yine yanıldık, biz yine aldandık.. Senin dediklerin hep doğru çıktı.. Hor gördüğümüz, beğenmediğimiz bu topraklar baş tacımız oldu.. Şehirler kirlendi, oralardan kaçan soluğu buralarda alır oldu.
Hayat, sağlık ve zenginlik buralarda imiş, paranın olduğu yerde değilmiş meğer, biz bilemedik.

Bizi asla affetme, bizi bağışlama dede..
Şu evin arkasındaki arkı açarken kırdığım kazmanın sapı var ya, ha işte onu eline al ve var gücünle bize vur dede.. Vur vur, hiç acımadan vur.. Canımız yanıncaya, aman dileyinceye kadar vur.. Feryadımıza aldırma sen.. Varsın yanaklarımız kızarsın, gözlerimiz sulansın, salya sümük içinde kalalım...

Varsın, rulo havlumuz, peçetemiz, kağıt mendilimiz olmasın dede..
Biz gözyaşlarımızı, elimizin tersi ile de sileriz.

 

 

İrfan Elbir Beşikdüzü İzmiş Yüzbaşı Dede
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg