Yorulunca anlıyor insan;
Göynümüş meyvenin hazsız tadını;
Kadim dostun kim olduğunu;
Telefon klavyesinde, ezberlediğin isimlerin yolunu;
Ha geldi, ha gelecek;
Ha çaldı, ha çalacak.
Kabarır yürek, dar gelir bedene;
İçindeki yankı, titretir seni.
“Şimdi ben bu dağlara nasıl sığarım?” dersin;
Ararsın kendini, ama bulamazsın.
Sanki herkesin yeri var da,
Bir tek sen sığamamışsın gibi,
Kalabalıklar içinde nasıl yalnız kaldığını;
Anlıyor insan.
Yorulunca anlıyor insan;
Seni sana hatırlatacak;
Hayatını, sırlarını, kaygılarını, seninle yaşayacak;
Derdine koştuklarını, parçalanmalarını, gece uykusuzluklarını seninle paylaşacak;
Yarasını sardıklarının;
İyileşince uçup gitmelerinin hakikatini,
Bir şamar gibi yüzüne vuracak;
Kalbi muhabbet dolu insanların, git gide azaldığını;
Anlıyor insan.
Yorulunca anlıyor insan;
Ebedi dost bildiklerinin;
Gün gelir seni heceleyerek aradığını;
Ama bulamadığını;
“Tamam buldum” deyip içine girdiğin insanların,
Aslında aradığın olmadığını;
Her şeyin yarım kalacağını;
Sevmenin asaletini;
Anlıyor insan.
Yorulunca anlıyor insan;
Gençlikte geçmek bilmeyen yılların;
Yaşlanınca yokuş aşağı hızla aktığını;
Beklenen sonun yaklaştığını;
Güzelliklerin ve hüzünlerin, üst üste konduğunda;
Elde bir şey kalmadığını;
“Bak bu olmaz dediğin ne varsa;
Hepsinin olduğunu;
Hayal kırıklıklarını;
Susunca acıdığını;
Konuşunca kanadığını;
Yolun sonunda kocaman bir yalnızlık kaldığını;
Gırtlak düğümlü, ağlamaklı olduğunu;
Baharın, artık güze döndüğünü;
Dünya hevesinin kalmadığını;
Anlıyor insan.