Sana, beni asla tanımamış olan sana
Erkan Ergül

Sana, beni asla tanımamış olan sana

Advert

Stefan Zweig’in “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” adlı kitabı, bu cümle ile başlıyordu.

 Cümleyi okuduğumda, Yunus Emre’nin şu dizelerini tekrarladığımı fark ettim.

Severim ben seni candan içeri

Yolum vardir bu erkandan içeri


Beni bende deme bende degilim

Bir ben vardir bende, benden içeri

Her ne kadar Yunus ilahi bir aşkı dile getiriyor olsa da, çağrışımlar insanı ister istemez durgun bir göle atılan taşın oluşturduğu dalgalar gibi ilüzyona uğratıyordu.

Kitap; kadın kahramanının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı mektubu içermektedir.

Gönderen hanesinde kadının adı olmaması nedeniyle bir bakıma da adsız mektup gibi gözükmektedir.

Erkeğin kimliğinin ise “Roman Yazarı R.” olarak verilmiş olması, okurun zihninde ister istemez bir portre oluşturuyor.

Kitabın konusunu anlatmaya niyetim yok.

Zaten topu topu 55 sayfadan ibaret bir kitap.

Kitabı bitirdiğimde, üzerimde bir ağırlık hissettim.

Yaşadığımız dünyada böylesine güçlü bir duygu olabilir mi?

Ya da  umutsuzcada olsa, bir insan hiç karşılık beklemeden ve çektiği onca acıya rağmen sevilebilir mi?

Bazı roman ve öyküleri hatta şiirleri, yazıldıkları yüzyıl itibariyle değerlendirmek gerek sanırım. Yaşadıkları çevre, üzerlerinde hissettikleri baskı, hak ve hukuk denen sistemin ülke üzerinde uygulanış şekli ve savaşlar...

Stefan Zweig’in kitabı yazdığı 1920’li yılları düşündüğümüzde ister istemez bazı şekiller oluşuyor insanın zihninde.

Avrupa’da 1870’li yıllarda başladığı kabul edilen çöküşü fırsat bilen ve özellikle psikoloji alanında zirveye çıkan Sigmund Freud, yaşanan kozmopolit düzenden fazlasıyla faydalanmış ve dönemin çok önemli bir aydınlatıcısı olmuştur. İşte bu dönemin (1881-1942) ürünüdür, Stefan Zweig’de. Bir taraftan Rönasans diğer taraftan da Montaigne’in “düşünsel yağmuru” ile ıslanması, ister istemez Zweig’in eserlerine de yansımıştır.

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’da işte o dönemdeki psikoloji, hümanizm ve düşünsel iklimin eseridir. Tabi burada Zweig’in “Biyografi” türünün en büyük birkaç ustasından birisi olduğunu da unutmamak gerek. Zaten ölümünden sonra da onun için “Son Avrupalı” denilerek, bir bakıma hakkını teslim etmiş oluyordu edebiyat çevreleri.

Sonuç olarak; her ortamda okunabilecek bir kitap.

Okurken, Sebahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonnası”na da rastladım, Atıf Yılmaz’ın “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmine de.

Stefan Zweig’in çok güçlü kalemi var.

Şayet, günlük hayatın koşuşturmasından, ülkedeki kirli siyasi havanın üzerinizde yarattığı etkiden, omuzlarınızda taşımaktan yorulduğunuz faturalardan, kısa bir sürede olsa uzaklaşmak istiyorsanız, işte size nefes almak için harika  bir şinolker.

Kitabı alın ve derinlere dalın.

Sessizlik, bir bakıma terapidir insana.

Erkan Ergül

Twitter : @Kutoz_

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg