Yaylacılık nereye gidiyor?

Trabzon Şalpazarı İlçesi Sayvançatak Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı ve ŞALFED Başkan yardımcısı Erol Yanık ile yayla, yaylacılık ve yayla şenlikleri hakkında bir röportaj yaptık. Bu röportajı yapmak için Erol Yanık en uygun isimlerden biriydi; çünkü kendisi memlekette doğmuş, halen İstanbul’da ikamet ediyor, İstanbul’daki Şalpazarı dernekçiliğinin başlangıcından beri içinde bulunuyor, yılın önemli bir bölümünü yine memlekette geçiriyor, bunlardan dolayı hem memleketin hem de gurbetin psikolojisini yakından biliyor, aynı zamanda sunucu ve organizatör olduğu için bütün bu olayların tam merkezinde yer alıyor.

Yaylacılık nereye gidiyor?
Yaylacılık nereye gidiyor? Admin
Advert

 

-Sayın Erol Yanık, Yaylacılık Geleneği’nin dünü ve bugünü hakkında görüşlerinizi alarak başlayalım. Daha sonra da yarınlarına geleceğiz?

Yaylacılık Çepniler olarak bizlerin ve amca çocukları diyebileceğimiz diğer Türk boylarının Orta Asya’dan getirdikleri özelidir. Karadeniz’de çok önemlidir, biz Çepniler için daha da önemlidir. Göçebe bir toplumuz, siyaset ve ticaretle pek bir ilgimiz olmadığından dolayı geçimimizi yaylalarda hayvancılık ve hayvan ürünleriyle idame ettiriyorduk. Bundan 50 yıl öncesine kadar yaylacılık bir geçim kaynağıydı. Ağasar yöresi de içinde olmak üzere Karadeniz’in coğrafi yapısı malum, engebeli ve dar bir araziye sahip. Bir de sonraları nüfus çoğaldıkça topraklar kardeşler arasında bölündü. Öyle olunca geçim kaynağı daha da daraldı ve insanlar kendilerini bir an önce ineğiyle, koyunuyla yaylaya atmaya başladılar. Yaylalar arazi yapısı ve havasıyla insanlar için hem ferah bir ortama hem de geniş otlaklar olması nedeniyle hayvanların daha rahat beslenebilmesi açısından çok elverişli bir yaşam alanıydı. Hayvanlardan elde edilen süt, peynir gibi ürünlerin satışıyla bir nebze olsun ekonomik girdi elde ediyorlardı.

Yaylacılığın başka sosyal faydaları da olmuştur. Köyler arası gerginlikleri önlemiş, o köyler arasında kaynaşmayı, insanlar arasında iletişimi ve dostluğu sağlamıştır. Çünkü biliyorsunuz, bir yaylaya birden fazla köyün insanı gider. Mesela Aktaş Yaylası’na üç köy, Eskala Obası’na beş köy, Davunlu Obası’na üç köy gidiyor.

Daha sonraki dönemlerde geçim iyice zorlaşınca gurbete çıkma olgusu geldi ve köylerimizde sadece yaşlılarımız kaldı. Eski zamanlarda yaylaya iki günde gidiliyordu. Karakısrak’ta mola veriyor, bir akşam konaklıyor, ertesi günü yola devam ediyorduk. Yaylacılığın kendine özgü ritüelleri vardı. Mesela saat 12.oo’de yaylaya vardığımız zaman orada resmi görevli olan bekçilerin düdüğü ötmeden kimse obaya giremezdi. Burada amaç adaleti gözetmektir: Kimse kimseden fazla oradaki otlardan istifade etmesin diye. Yani bütün göçler obaya aynı anda girerdi. Tabii günümüzde o atmosfer yaşanmıyor. Şimdi iki tane ineği olan onları kamyonlara yükleyip götürüyor. Eskiden hem hayvan çoktu hem de şimdiki kadar vasıta yoktu. Hayvanlar düğüne gider gibi süslenirdi, onlar da bunu hissederdi. Bunlar geçmişte yaşandı, ancak şimdi yeni nesillere anlattığımız zaman hayal ürünü gibi geliyor.

Yaylalarda altyapıya hiç önem verilmedi

Bunlar geçmişte kaldı, şimdi yaylacılık bir tür turizm faaliyetine dönüştü. Ondan önce şunu ifade etmemiz gerekiyor: Bizim yaylalarımızda hiçbir zaman altyapı yapılmadı. “Yol, su, elektrik” diye sadece devleti itham etmiyorum. Bizler de yaylamızda hak, hukuk, sınır davaları güttük durduk. Hâlbuki Allah’ın dağı, herkese yeter. O zamanlar orada kaldığımız süre iki-üç aydı. Rahmetle andığımız büyüklerimiz o zamanlar toprak davalarıyla uğraşacaklarına altyapıyla ilgilenseler çok daha iyi olacaktı. Şimdi herkes evinin önüne araba yolu almış, tozdan topraktan geçilmiyor. Herkes evine bir şekilde su bağlatmış, doğadaki hayvanlar su yataklarının kurumasından dolayı susuz kalıyorlar. Adam bir ev yapıyor, etrafında on evlik yer çeviriyor. Sonra başkaları ev yapacak yer bulamıyor. İkincisi, son zamanlara kadar yaylada hijyen diye bir şey yoktu. Biz Müslüman bir toplumuz, yani af buyrun büyük bir tuvalet ve su sıkıntımız vardı. Bugüne kadar da yerel yöneticilerimiz bu olaylara popülist yaklaştı. İlgili makamlardan ihtiyaçlarla ilgili taleplerde bulunacaklarına kendi yaylalarının ya da şenliklerinin daha yüksek katılıma sahne olduğunu söyleyip o konu üzerinden prim yapmaya çalıştılar. Biz yeni nesil olarak bunu kırdık.

-Yeni nesil derken, hangi kuşağı kast ediyorsunuz? Kaç yaş altı diyebiliriz?

-Ben 50 yaşındayım, biz ve bizden küçük kuşaklar diyebiliriz. Bu dernekler kurulana kadar ben sadece Eskala yaylasını biliyordum, başka hiçbir yaylaya gitmemiştim. Köy dernekleri kurulduktan sonra, yaylacılık da turizm faaliyetine dönüşünce diğer bütün yaylaları gittim, gördüm ve öğrendim. Eskiden her yayla şenliğini belli köylerin insanı yapıyordu. Kadırga zaten ortak yaylamız ve yayla şenliğimiz. Oraya mabedimiz bile diyebiliriz. Orada hem şehitlerimiz var hem de meşhur üstü açık camimiz. Camiye Fatih’in ruhsat verdiği söylenir ama Faruk Sümer’in kitabında Yavuz Sultan Selim’in İran seferine giderken bu ruhsatı verdiği yazar. Yavuz İran seferine giderken askerleriyle orada Cuma namazını eda etmiş ve hutbede askerlerine cihadın önemini anlatmış. Bu iddia daha kuvvetli ve akla yakındır.

Kadırga ortak paydamız olmadı

Kadırga’nın tezinin yazılması lazım. Hiçbir coğrafi güzelliği kalmadı. Biz çocukluğumuzda orada su satardık. Daha yeni yeni Kadırga Derneği başkanımız su ihtiyacı konusunda çabalar gösterdi ve başardı. Ona da buradan teşekkür ediyorum. Maalesef Kadırga hiçbir zaman ortak bir paydamız olmadı.

-Kimlerle olmadı?

-Gümüşhaneliler, Maçkalılar, Tonyalılar ve biz Şalpazarlılar olarak orada hiçbir zaman ortak bir paydada buluşamadık. Eskiden Kadırga Ağasarlılarla anılırdı, doğru olanı da buydu. Çünkü otantik kültürü yaşatan, Kadırga’ya rengini veren Ağasarlılardır. Fakat sonra, Gümüşhane milletvekili olan Adalet Bakanı Oltan Sungurlu Kadırga’ya gelip “burası Gümüşhane’nin yaylası” deyince adı duyuldu ve Gümüşhane de Kadırga’da hak sahibi oldu. Daha sonra sen-ben kavgası başladı. Sen şenlik yapacaksın, ben yapacağım, o toprak senin, bu toprak benim mevzuları olunca, oraya severek giden insanları küstürdüler. Eskiden Kadırga’ya Japonya, Hollanda, Almanya ve daha pek çok ülkeden turist gelirdi. Kimse kimseyi davet etmezdi, tarihi belliydi ve insanlar kendiliğinden kalkar giderdi.

Toprağının bir kısmı Gümüşhane’de olabilir ama orası kültür mozaiğinin buluştuğu, herkesin omuz omuza horon oynadığı, ticaret yaptığı, nostaljisini yaşadığı bir yerdi. Ama maalesef bugün Kadırga’da büyük bir yozlaşma görülüyor. Örneğin ayran içecek bir yer bulamazsınız Kadırga’da.

-Özellikle son zamanlarda Kadırga ve benzeri yayla şenlikleri ciddi eleştirilere maruz kalıyor. Sanatçılar için sahne kuruluyor, protokol geliyor, yayla şenliğinden ziyade festivale dönüştüler deniyor. Yine eskisi gibi doğal olsun, kendi akışı içinde olsun şeklinde yorumlar var. Sizin görüşünüz nedir?

-Aslında Kadırga’da öncelikle başka bir şey yapılması lazım: Ben bir rapor hazırlamıştım, o zamanki Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a sunacaktım ama bir talihsizlik oldu ve sunamadım. Şimdi bu konuyu Kürtün, Özkürtün, Maçka ve Şalpazarı belediye başkanlarıyla görüşecek ve hiçbir yerel idareye bağlı olmayan ortak bir kültür merkezi olmasını talep edeceğim. Nasıl ki biz İstanbul’da Ağasar Otçusu yapıyoruz ve bize burada “Siz kimsiniz? İstanbullu değilsiniz, neden burada Otçu yapıyorsunuz?” demiyor. Kadırga da direkt Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanmalıdır. Bunun en kolay ve sağlıklı çözümü bu olabilir. Yoksa Özkürtün’ün zabıtası gelecek vergi toplayacak, öteki taraftan Maçka’dan gelecek toplayacak, sıkıntı ve kargaşadan kurtulamayız.

Kadırga basit bir hadise değildir. Sosyal, kültürel ve ekonomik içerikli bir etkinliktir. Eskiden seven sevdiğini orada görürdü ve Kadırga’dan kız kaçırma olayları meşhurdu. Şimdi ne yazık ki rant savaşına dönüştü.

Yaylalar şenliksiz olmaz

Şenlik kısmına gelince. Yaylalar şenliksiz olmaz. Buna itirazlar olabilir, saygı duyuyoruz. Ben Kadırga’da sadece Cuma namazı saatinde müzik olmasına karşıyım. Kesinlikle o saatte müzik olmamalı. Diğer türlü artık geriye dönüş mümkün değildir. Teknolojik gelişmelere ayak uydurmak zorundayız. Önceden Kirazlıtepe’de Kamil’in kahvesi vardı, bütün Şalpazarlılara yetiyordu. Şimdi diyorlar ki neden bu kadar dernek var? Eskiden Kirazlıtepe’de bizim Sayvançatak’tan dört hane vardı, şimdi 50 hane var. Diğer köyler de aynı şekilde. Bu kadar insanın bir mekâna sığması mümkün müdür? Şenlikler de bu doğrultuda seyretti. Doğru, eskiden şenlik alanında kemençe de davul da işitiliyordu ama şimdi çok kalabalık oluyor, bu insanlara çalgı sesini duyurmak için teknolojik araçlardan yararlanmak lazımdır. Bazı adetlerimizde eskiye dönebiliriz. Mesela Kadırga’ya girişte obalarımız eskisi gibi, eskiden geldikleri istikametlerden gelebilirler. Aktaş, Davunlu, Yediharman, Eskala, Tonya çokluklarımız meydana kendi taraflarından gelirler, bir on dakika kadar meydanda kol kola horon oynanır. Nostalji ve gelenek ancak bu kadar olabilir. Yoksa günümüz gençliği artık konser istiyor.

Protokol uygulaması eleştiriliyor, ancak…

Protokol çok eleştiriliyor. Hatta bazen orada fevri çıkışlar oluyor, “burası siyaset yeri mi, horon ne zaman tepeceğiz?” gibi. Hâlbuki benim mesleğim olduğu için iyi biliyorum, hiçbir protokol yarım saati geçmiyor. Beş saat tamamen eğlenceye ayrılıyor. Bir Bakan bizim yaylamıza gelmişse bu bizim için bulunmaz bir fırsattır. Başka türlü bu insanlardan randevu alabilmek için günlerce, haftalarca uğraşıyorsunuz. Yaylada ayağınıza gelmişken o kadar insanın içinde sıkıntınızı ya da ihtiyacınızı kendisine iletirseniz, o da söz verir ve yapmak zorunda kalır. Ankara’da makamında kimse görmezken size “bakarız, hallederiz” der sizi gönderir. Bizim insanımız ne yazık ki bu gerçeği idrak edemiyor. Şimdi siyasetçilerimizden yol istiyoruz, çöp konteyneri istiyoruz, birçok şey istiyoruz ama yaylamızda gelip kısa bir selamlama konuşmasına tahammül edemiyoruz. Sonra da Şalpazarı olarak bize “siz horondan başka bir şey bilmiyorsunuz” diyorlar. Oysa Trabzon’un ilçeleri içinde belki de sayıca en az şenlik olan Şalpazarı’dır.

-Bu önemli bir iddia. Emin misiniz?

-Sayalım. Mayıs Yedisi, Kadırga, Sis Dağı, Alaca olmak üzere dört tane. Bizim şenliklerimiz çok kalabalık ve coşkulu olduğundan sanki çok fazla sayıda yapıyormuşuz gibi görünüyor. Bakın, Ovit Dağı’nda Ekşioğlu ailesinin yaptığı şenlikte tek başına belki bizim bütün şenliklerimizden daha fazla masraf ediliyordur. Eğer şenliğin hizmetlerini ve altyapısını oluşturmazsanız da tepki gösteriyorlar. Bu işlerin ekonomik boyutu da var. Mesela bizim köyde yaptığımız organizasyondan sonra köyümüzün bakkalı çıkardı derneğe 250 lira bağış yaptı. Sebebini sorduğumda, bir yılda yaptığı işi şenlik zamanı bir günde yaptığını söyledi.

-Ekonomi konusundan devam edelim. Şalpazarı’nın pazarlayabileceği çok sayıda otantik malzeme var. Yöresel giyim kuşam, eskiden günlük hayatımızda kullandığımız geleneksel eşyalar gibi. Gerek yerli gerekse yabancı turistlerin hayli ilgisini çekeceğini varsayarsak, konumuz olan yayla şenliklerinde bu alanda olumlu adımlar atılabilir mi?

-Gayet tabii. Zaten şenlikleri fuar olarak düşünün. Bakın, Kadırga’da ayran içecek bir mekân yok. Ben neden Kadırga’da ayran içmek varken meşrubat içeyim? Oraya niçin gidiyorum? Refik Kurukız başkanımız sağ olsun son zamanlarda bu konuda bir girişim başlattı ama bunun yöre için bir gelir kaynağı olabilmesi için ücretsiz olmaması lazımdır. Biz yaylacı olduğumuz ve sahile geç indiğimiz için siyaset ve ticarette geri kaldık. İstanbul’da yaptığımız Otçu Şenliği’nde bile bakıyoruz, satış yapan esnaf hep komşu il ve ilçelerden geliyor.

Yayla şenliklerinden ekonomik girdi sağlanabilir

Kadırga ve Sisdağı’nda belli bir disiplin getirilerek, başta kavurma, lahana çorbası, turşu gibi yöresel yemeklerimiz gelenlere arz edilebilir ve yöre halkı hatırı sayılır bir gelir elde edebilir. Devletler uzun vadeli kalkınma planları yaparlar. Bizim Şalpazarı olarak böyle kara kaplı bir defterimiz yok.

Şalpazarı’nın ileri gelenleri, yayla şenliklerine 15-20 gün kala bir araya gelip plan-proje yapmaya başlıyorlar. Bu kadar büyük ve ciddi organizasyonlar bu kadar kısa sürede planlanabilir mi? Şenlik alanlarında altyapı hizmetlerinin mutlaka tamamlanmış olması, tamamlanmamışsa izin verilmemesi gerekir.

Toparlarsak, Şalpazarı’nda mini bir ticaret odası gibi bir tür komisyon kurup, yaylalarda gerçekleştirilecek ticari faaliyetlere yön ve şekil vermelidirler. Biliyorsunuz son iki yıldır ilçemiz Feshane’de çok güzel bir stand kurdu, Ağasar Balı yüzde 50 marka oldu.

Şalpazarı’nın siyasetçileri, kanaat önderleri, STK temsilcileri bir araya gelip bu konuda yol haritası çizmelidirler. Gerek orijinal fikirler olsun, gerekse Avrupa ve Dünya’da uygulanan örnekler olsun uygulanabilir ve başarılı sonuçlar alınabilir. Yaylalarımıza ünlü birini getirdiğimiz takdirde çok büyük reklamı olacaktır. Örnek olarak, Cumhurbaşkanımızı Sisdağı’na getirebilirsek oradaki eksikleri mutlaka görecek ve tamamlanması talimatını verecektir. Böylece de bu konu kısa ve etkili yoldan hallolacaktır.

-Çim kayağı bir alternatif dediniz. Acaba diyorum geleneğin içinden bir takım etkinlikler çıkarılabilir mi? Mesela kolçak atma yarışması, dırmaç ya da dastar dokuma yarışması gibi?

-Tabii ki olabilir. Mesela çocukluğumuzda bizim tahta arabamız vardı. Onlarla nostalji yapılabilir. Dokuztaş oyunu, çelik çomak oyunu oynanabilir.

İstanbul’daki derneklerin katkısı büyüktür

İstanbul’da kurulan bu derneklerin yaylaların tanıtımına çok büyük katkısı oldu. Şöyle açıklayayım: Biz tabii ki memlekette başta muhtarlarımız olmak üzere hiçbir mülki amirimizin önüne geçemeyiz ama onların maddi yükünü büyük ölçüde azalttık. Eskiden kemençeci parası bulmak bile problem olurdu, şimdi biz birçok ihtiyacı temin edip muhtarlarımızdan sadece önderlik etmelerini istiyoruz. Bir ikincisi, diğer yaylalardaki etkinliklere katılım çoğalıyor. Eskiden herkes kendi yaylasına gidiyordu. Şimdi herkes herkesin yaylasına gidiyor.

-Anladığım kadarıyla sizin yayla ve yayla şenlikleri hakkında bir gelecek endişeniz yok. Halen bu işleri, çocukluğunda yaylaya gitmiş, oralarda silinmez hatıraları olan nesiller yürütüyor, gençler de onlara ayak uydurup gidiyor. Gelecek nesiller yaylalara ne gözle bakacaklar acaba?

-Endişemiz olmasın, yeni nesil kültürüne sahip çıkıyor. Bayramlarda köye gidiyoruz, bir de bakıyoruz ki köy yaşamı ve kültürüyle alakası bile olmayan top sakallı, kulağı küpeli gençler bayram namazına gidiyorlar. Gurbetten giden çocukların hepsi folklor ekibi mensubu gibi horon oynuyorlar. Yani kültürlerine sahip çıkıyorlar. Yalnız tekrar vurgulamak isterim: Oradaki muhtarlarımız, belediye başkan ve görevlilerimiz son 15-20 gün kala konuşmaya başlamamalılar. Biz İstanbul Otçusu’nun hazırlıklarına aylar öncesinden başlıyoruz. Hâttâ ben Şalpazarı Belediye Başkanının yerinde olsam Otçu günü gelen gençlere yarım otobüs tahsis eder, ulaşımlarını sağlarım. İstanbul’daki belediyelerin hizmetlerinde olduğu gibi. Daha önemlisi, biz yaylalarda çevreyi çok kirletiyoruz. Ayrıca arazi müsait diye her çimenin ortasından araba gidiyor, çimler mahvoluyor. Buna bir son verilmesi lazım. Her yaylanın bir girişi olmalı, başka bir yol kullanılmamalı.

-Son sözlerinizi alalım Sayın Başkan.

-Başta Kadırga olmak üzere yaylalarımız ortak bir değer olarak kabul edilmeli ve Şalpazarı, Tonya, Maçka, Kürtün ve Özkürtün Belediyeleri ve muhtarları ortak bir çalışma içinde daha düzenli, daha temiz, daha organize ve daha yüksek katılımlı etkinlikler için çaba göstermeliler. Kadırga sadece senenin bir günü değildir, artık kar yağarken de oralara çıkılabiliyor. Yayla mevsimi artık altı ay oldu. O halde altı ay boyunca yaylaların alt yapısı ve üst yapısıyla ilgili çalışmalar yürütülmelidir. Sağlık konusunu unuttuk,  o kadar insanın geldiği yerde mutlaka sağlık hizmeti de verilmeli ki veriliyor. Orada ambulans bulunuyor ama düzensiz park etme yüzünden acil bir durum olduğu takdirde hastanın yanına gelemiyor.

Kadırga Sis Dağı Alaca Honefter Sultan Murat Şalpazarı Maçka Kürtün Gümüşhane Oltan Sungurlu Erol Yanık Refik Kurukız
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Balıkesir'de büyük Çepni buluşması
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg
Sebahattin Arslantürk: Hedef dekar başına 500 kg